19 Ağustos 2014 Salı

Prag... Prague... Praha...




       Şimdilerde Çek Cumhuriyeti'nin, tarihte de Çekoslavakya Devleti'nin başkentidir Prag. Avrupa'nın Bohemya'sında, o bölgenin orta kısmında kurulmuş bir şehirdir.






       Zaman zaman duyarsınız "çok bohem" bir hayat... gibi terimleri. Prag turundayken rehberimiz bu tanımın Bohemya bölgesinde yaşayanlardan kaynaklandığını söylemişti bize. O bölgede yaşayanların kültür-sanatla iç içe oluşu ve yaşayış şekilleri bu kavramı doğurmuş anlaşılan. Gerçekten de Prag'ı gördüğünüzde alabildiğine kültürle dolu bir şehirle karşılaşıyorsunuz. Örneğin şehrin devlet opera binasını halk kendi içinde para toplayarak yaptırmış, düşünün nasıl bir topluluğu barındırıyor bu kent :) Bu kadar kültür ve sanatla kaynaşmış olmasına ek olarak kent eşsiz güzelliğiyle herkesin sevgisini kazanıyor. Günümüzde hiçte azımsanmayacak bir kesim Prag'ı dünyanın en güzel kenti olarak görmekte. Prag bu özgünlüğüyle zaman zaman "Avrupa'nın kalbi" "Şehirlerin anası" terimleriyle anılmıştır, hala anılıyor... Yalnız biz Prag turundayken şehrin beni benden alması hiçte mümkün değildi çünkü şehre yolculuğumuz sırasında hiç uyuyamamıştım. Bu nedenle tüm gün şehirde bir Walking Dead karakteri gibi dolandım durdum. Allah'tan tur rehberimizle şehri bir kere gezdik, yoksa "kendiniz gezin, serbestsiniz" denilseydi bir bankta oturur otobüsün kalkmasını beklerdim.











       Şehrin tarihinden bahsedecek olursak yakın tarihi oldukça kritik eşiklerden geçmiştir. Özellikle ikinci dünya savaşı sırasında Nazi Almanya'sının işgali şehri çok büyük tehlikelerin içine sokmuştur. Prag çok şanslıdır ki çevresindeki birçok kent ve ülke yerle bir olurken o bu kötü durumu hafif atlatmıştır. Prag, ikinci dünya savaşı başlamadan çok kültürlü bir yapıya sahipti. Çekçenin yanı sıra Almaca da kullanılmaktaydı. Bununla birlikte azımsanmayacak sayıda Yahudi nüfusu şehirde yaşamaktaydı ancak Alman işgaliyle birlikte bu nüfus ya sürüldü ya da öldürüldü. Günümüzde aynı renkliliği barındırıyor mu bilemiyorum ancak çok renkli bir kent olduğu kesin. Günümüzde bir buçuk milyona yaklaşan bir nüfusa ev sahipliği yapmaktadır kent. Katıldığımız turun ne vakit gerçekleştiğini hatırlamıyorum, sanırım Mayıs ya da Haziran başlarıydı; kent inanılmaz bir turist nüfusunu ağırlıyordu. Rehberimizin söylediğine göre bizim gördüğümüz devede kulak gibi bir şeymiş. Gerisini siz düşünün... Şehir, birçok müzeye ev sahipliği yapıyor; bunlar içinde işkence müzesi en dikkat çekicilerinden. Ayrıca oyuncak müzesi, seks müzesi gibi farklı müzelere de sahipler. Tabi bu saydıklarımın yanında saymadıklarımı da eklerseniz gezeceğiniz birçok müze-mekan var ancak biz öğrenci olduğumuz için kapılarını görüp yetinen kullardan olduk her daim :)











       Kısacası Prag bir şekilde Avrupa'nın geri kalanından ayrılıyor. Bunu neye borçlu bilemiyorum ama gerçekten de farklı ve görülesi, bu kesin.


Not: Fotoğrafları ben çektim, ona göre...



15 Ağustos 2014 Cuma

Alberto Korda ve bir fotoğrafın hikayesi...




Alberto Korda




       Kübalı bir fotoğrafçıdır Alberto Diaz Gutierrez. O daha çok Alberto Korda adıyla tanınmıştır...



       Kübalı oluşu ve tam da dönemine denk gelmesiyle dünyanın ikonlaşmış resimlerinden birini çekmeyi başarır o. Hikayesi 1960'larda gelişmeye başlar. Korda, 1960 yılında Revolucion gazetesinde çalışmaya başlar. O sene, Belçika bandıralı La Coubre gemisi Havana limanına yanaşır, içinde askeri mühimmat vardır. Gemi bir anda infilak eder ve kaza sonucunda 136 kişi hayatını kaybeder. Bu olay üzerine Havana'da bir anma töreni düzenlenmesine karar verilir. Gazetenin verdiği görevle Korda anmadaki yerini alır. Anmaya Jean Paul Sartre ile Simone de Beauvoir gibi önemli isimler de katılır. Fidel Castro platformdaki yerini alır ve her zaman ki uzun konuşmalarından birini yapar. Korda bu esnada Castro ile platformdaki diğer kişilerin fotoğraflarını çekmeye çalışmaktadır. O esnada platformda biri görünür; o kişi Ernesto Che Guevara'dır. Che platformda sadece birkaç dakika durur, etrafına bakınır ve ortadan kaybolur ama Korda onun fotoğrafını çoktan çekmiştir Leica'sıyla. Evine gider Korda, fotoğraflarını karanlık odasında incelemeye başlar. Çalıştığı gazetenin editörü fotoğraflara bakmak ister çünkü gazetede kullanılmak üzere bir tanesini seçmesi gerekmektedir. Editör yalnızca Castro'nun konuşma yaptığı esnada çekilmiş bir fotoğrafı beğenir ve alır. Diğer fotoğraflarla ilgilenmez bile. Korda ise Che'yi çekmiş olduğu fotoğrafı çok sever ve evinin duvarına asar. O duvarda o fotoğraf 1967 yılına kadar bekleyecektir tarih sahnesine çıkmak için. Taki devlet yönetiminin üst kademesinden olduğunu iddia eden bir adam kapısını çalana kadar. Adam elindeki kağıdı Korda'ya verir. Kağıt, devletin üst kademesinden yazılmışa benzemektedir. Kağıtta yazıldığına göre devletin, Che'nin çekilmiş olduğu bir fotoğrafa ihtiyacı olduğu, elinde fotoğraf varsa yanındaki adama verip istediği fiyatı söylemesi istenmiştir. Korda, yıllarca duvarda asılı duran Che fotoğrafını göstererek "Bu benim en iyi Che fotoğrafım" der. Adama bir hafta sonra gelmesini ve onun için iki adet kopya hazırlayacağını söyler. Herhangi bir para talebinde de bulunmaz fakat Korda'nın bilmediği bir şey vardır. Kapısını çalan kişi aslında bir devlet görevlisi değil İtalyan yayıncı Giangiacomo Feltrinelli'dir. Feltrinelli'nin fotoğrafı isteme nedeni ise şöyle gelişir. Feltrinelli, Regard Debray adlı kişinin serbest kalması için görüşmeler yapmak üzere Bolivya'dan Küba'ya geçer. Bolivya'dayken Che'nin orada olduğunu, gerilla hareketine liderlik ettiğini ve sonunun yaklaştığını öğrenir. Feltrinelli'nin kafasında bir iş fırsatı canlanır. Che'nin fotoğrafıyla para kazanmak isteyecektir ve bu nedenle Korda'nın kapısını çalmıştır. Che, Bolivya'da öldürüldüğünde Feltrinelli çoktan onun fotoğrafını almıştır. İlerleyen zamanda Feltrinelli fotoğraftan iki milyon adet bastırıp tüm dünyaya yayılmasını sağlar. Bu sayede çok iyi para kazanır ama Korda'nın bu işten bir kuruş bile karı olmaz. Zaten işi bir katakulli ile gerçekleştirmiştir Fltrinelli.


Korda'nın çektiği Che fotoğrafının ilk hali






Che fotoğrafının düzenlenmiş hali






       Fotoğraf kısa zamanda tüm dünyada 60'lı yılların öğrenci hareketlerinde kullanılmaya başlanır. Devrimci ve sol grupların vazgeçilmez ikonu haline gelir fotoğraf. Korda bu durumdan gayet memnundur. Fotoğrafı için herhangi bir gruptan bir talebi olmaz ta ki fotoğrafı bazı firmaların ticari amaçla kullanmasına kadar. Che görselini kullanan markalardan biri de Smirnoff markası olur ve Korda, markaya dava açar. Davayı Korda kazanır, kazandığı tazminatı Küba Sağlık Bakanlığı'na bağışlar. Fotoğraf artık bir dönemi tanımlayacak görsel haline dönüşerek tarihteki yerini alır.




Smirnoff'u davalık eden Che'li Smirnoff görseli





         Korda'nın fotoğrafı İrlandalı sanatçı Jim Fitzpatrick tarafından ele alınır, ikonik iki tonlu portre şeklinde Che görselini Jim hazırlar. Tüm dünyada bilinen görsel Jim Fitzpatrick tarafından yapılmıştır.




Jim Fitzpatrick'in çalışması



       Korda, Küba devriminden sonra Fidel Castro'nun kişisel fotoğrafçılığını yapmıştır. Bu görevinin ardından on yıla yakın bir süre de su altı fotoğrafçılığıyla ilgilenmiştir.



Che ile eşi Aleida March...


       2001 yılında, Paris'te düzenlenen bir sergide kalp krizi geçiren Korda hayatını kaybeder. Naaşı Küba'ya getirilerek Colon mezarlığına defnedilir.





     


           

14 Ağustos 2014 Perşembe

E-ticaret




       Epeydir e-ticaret üzerine araştırıp duruyorum. Sağladığı fırsatlar ve geliri düşününce beni cezbetmesi gayet doğal. Biliyorsunuzdur ülkemizde ve dünyada birçok e-ticaret sitesi iş yapmakta ve sektör her geçen gün daha da büyümekte. Temelleri, 90'lı yılların ortalarından itibaren hızlıca kullanımı artan internet sayesinde atıldı. Son yıllarda ise sektör inanılmaz büyümüş durumda.







       Bu alanda çok kısa bir deneyimim oldu. Gittigidiyor'dan sadece on günlüğüne, birkaç adet madeni paramı listeledim, satılmasını bekledim ama olmadı. Tabi bu noktada bir gerçekle karşılaşıyoruz; üyesi olduğunuz sitede listelediğiniz ürünün belkide dört - beş ay alıcı bulamama ihtimalini düşünmelisiniz ve sabırlı olup beklemelisiniz. Ayrıca satmaya çalıştığınız ürünün özelliklerini iyice belirtmelisiniz. Bence en önemli ayrıntılardan biri de geniş bir ürün yelpazesine sahip olmanız. Tek bir ürün formatına odaklanırsanız sadece o formatın müşterilerine hitap etmiş olursunuz. Ürünlerinizin kapsayıcılığını ve herkes tarafından alınabilirliğini incelemelisiniz. Ürün demişken çok sofistike şeylere gerek yok. Örnek verecek olursak eğer yurt dışına satış yapacaksanız Ebay'de Türkiye'den satış yapan insanların gönderdikleri ürünleri incelemenizi tavsiye ederim. Sıradan bir kola bardağı bile 10$'a alıcı bulabiliyor.






       Ebay'den satış yapmayı düşünmekteyim. Tabi benim için en önemli soru sattığım ürünü yurt dışına para ödemeden nasıl göndereceğim sorusuydu. Bu konu üzerine internette fazlaca araştırma yaptıktan sonra cevap şöyle şekilleniyor. Eğer Ebay'den veya diğer e-ticaret sitelerinden yurt dışına satış yapacaksanız ürün bedeline ek olarak alıcıya "shipping cost" yani kargo bedeli de göstermeniz gerekmektedir çünkü hiçbir kargo firması yurt dışına sizin "alıcı öder" formatıyla kargo yollamanıza izin vermez. İlla belli bir meblağ sizden alınacaktır. Bu nedenle satış yaparken kargo bedelini de fiyata ekleyin. Tabi en uygun kargo firmasını bulmanız da gerekiyor. Bununla birlikte kargo firmalarının gramaja bağlı olarak listeledikleri fiyatları inceleyin. Şöyle ki 10 gramlık ürün ile 100 gramlık ürünün yurt dışı kargo bedeli değişecektir. Bu kısma özellikle dikkat etmenizi tavsiye ederim. Ben henüz satış yapma işine girişmedim. Biraz daha araştırmam gerektiğini düşünüyorum. En önemlisi de sağlam bir ürün listesi oluşturmam gerekiyor. Henüz bu işlere ayıracak vaktim ve param yok :) Ama çok yakında başlayacağım.









       Bu konudaki son tavsiyem satış yapmayı düşündüğünüz sitelerin satış politikalarını bilmeniz yönünde olacak. Ebay'i baz alarak açıklamaya çalışayım. Eğer Ebay'e yeni üye olursanız ve ürün listelerseniz başta size on adet ürün listeleme ve maksimum 500$ kazanç sağlama hakkı tanınıyor. Ebay'in bunu yapmasının nedeni nasıl bir satıcı olduğunuzu anlamaya çalışmak. Yaptığınız satışlardan alıcıların size yazdığı yorumları Ebay düzenli olarak inceler. Eğer negatif bir geri dönüş almışsanız Ebay önünüzü açmaz çünkü Ebay ve diğer siteler için satıcılardan ziyade alıcıların memnnuniyeti daha ön planda tutulur. Alıcılardan alığınız yorumlar pozitifse Ebay başlarda önünüze koyduğu kotayı kaldırır ve "top rated seller" olma yolunda hızla ilerlersiniz.






       Şimdilik benden bu kadar...

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Berlin...



     
       Avrupa'dayken gezebildiğim ve çok sevdiğim ilk şehirdi Berlin... Günübirlik bir turla Polonya'dan Almanların başkentine yol aldık. Brandenburg kapısını görünce gerçekten de Berlin'de olduğumu idrak edebildim. :) E ne de olsa Polonya dışına çıktığım ilk turdu ve anlamı büyüktü.

       Brandenburg Kapısı, dönemin Prusya kralı 2. Frederick William isteği üzerine 1788-1791 yılları arasında mimar Carl Gotthard Langhans'e yaptırılmıştır. Yapının en üst kısmında Quadriga adı verilen (yan yana hizalanmış dört atın çektiği bir araba) bir eser vardır. 1793 yılında, Alman heykeltıraş Johann Gottfried Schadow tarafından yapılmıştır.



Brandenburg Kapısı - Quadriga


       1800'lü yılların başında, Napolyon Fransa'sı ile Prusya savaşa girer ve Fransızlar quadrigayı ülkelerine götürür. Takip eden yıllarda Prusya, kaptırdıkları bu eseri Fransızlardan geri alırlar. Qudrigadaki zeytin dalı, ki  bunun nedeni eserin barışa ithafen yapılmasıdır, zamanla yerini demir haça bırakmıştır. Brandenburg kapısı ikinci dünya savaşında hasar alsa da yıkılmaz. Son restorasyonu 2000 ile 2002 yılları arasında yapılmıştır. Brandenburg Kapısını görüp inceledikten sonra şehrin diğer önemli yerlerini görmeye gelmişti sıra. Birçok yer vardı; Reichstag, Yahudi Müzesi, Berlin Katedrali, Sovyet Askeri Anıtı, Checkpoint Charlie ve daha birçoğu.


Brandenbur Kapısı



       Berlin Katedrali büyüklüğü ve sahip olduğu barok yapısıyla gerçekten de görülmeye değer bir yer. Malum Avrupa'daki yapıların neredeyse tamamı ülkemizdeki yapılardan oldukça farklı. Nasıl ki bir Avrupalı burada şaşırıyorsa ben de orada aynı durumu tersinden yaşadım. Yanılmıyorsam üçer defa yıkılıp tekrardan yapılmış Berlin Katedrali. Bunun nedeni bazen dönemin imparatoru olmuş bazen de savaşların sonucu. Öğrendiğim diğer bir bilgiye göre katedralin içinde piskopos yaşamadığı için yapı katedral kimliği kazanamıyormuş teoride. Ne kadar doğru bilemiyorum. Berlin'deyseniz mutlaka görmelisiniz, onu biliyorum.


Berlin Katedrali


Berlin Katedrali


Berlin Katedrali


       Reichstag bence Berlin'in en önemli sembolü. Yapıt geçmişte olduğu gibi günümüzde de Alman parlementosu olarak kullanılıyor. Yapının tepesinde, camekan bir alandan aşağıda bulunan meclisi izleyebiliyorsunuz. Parlemento yalnızca 3. Reich döneminde kullanılmamıştır. Bu konunun gizemi hala tartışmalara neden olmaktadır çünkü parlemento binası Hitler iktidarında kundaklanmıştır denilmektedir. Kundaklandığı tezi şöyle bir açıklama içerir; 3. Reich iktidarı, yapıyı Hollandalı bir komüniste kundaklattırarak o dönem ki en önemli rakipleri olan Alman Komünist Partisine baskı yapıp partinin kapatılmasına neden olacaktı. Bu ne kadar doğru ne kadar yanlış bilemiyorum ancak 3. Reich döneminde Reichstag'ta parlemento toplanmadığı kesindir.



Reichstag - Alman Parlementosu




        Reichstag'ın tarihteki önemli anlarından biri de 2. dünya savaşında yaşanır. 2. dünya savaşını bitiren muharebelerden biri olan Berlin Muharebesinde çok önemli bir sahneye ev sahipliği yapar. Nazi Almanya'sı Batı'daki ilerleyişini Doğu'da da sürdürmek isteyince Sovyetlere karşı Barbarossa Harekatını başlatır. Harekat uzun bir süre Alman zaferleriyle ilerlese de en sonunda Kızıl Ordu, Alman kuvvetlerini Moskova önlerinde durdurur. Bu tarihten itibaren Kızıl Ordu cephe cephe ilerleyerek Alman başkentine kadar ulaşır. Berlin Muharebesi başlayacaktır. İki taraf içinde en kanlı muharebelerden biri olan Berlin Muharebesini Sovyetler Birliği kazanır ve Reichstag bu noktada devreye girer. Sovyetlerin mutlak zaferinden bir gün sonra Kızıl Ordu askerleri Reichstag'a çıkar ve bayrak diker. Bayrak ve asker o esnada fotoğrafa alınır ve tarihin en bilinen, tanınan fotoğraflarından biri olarak tarihe geçer. Fotoğraf tüm dünyada Nazi Almanya'sının mutlak yenildiğinin bir sembolü olarak görülür.


Kızıl Ordu askeri Reichstag'ta



Reichstag - Bayrağın asıldığı cephe


       Sovyetler Berlin'i alınca orada kaybettikleri askerleri anısına aşağıda fotoğrafını paylaştığım anıtı yaptırırlar. Sanırım adı Zafer anıtıydı. Bu anıt daha sonra Doğu Bloku ülkelerinden biri olan Alman Demokratik Cumhuriyeti (Doğu Almanya) tarafından korunur. 1990 yılında iki Almanya birleşir. Birleşimden sonra da yapı korunur.

Sovyet Zafer Anıtı

       Kısacası Berlin bahsettiğim ve bahsetmediğim birçok mekanıyla soğuk havasına rağmen gezelip görülmeye değer en önemli Avrupa başkentlerinden biridir.




Not: Fotoğraflardan sadece siyah beyaz olanı internetten alınmıştır.




12 Ağustos 2014 Salı

Wrocław

     

       Wroclaw... Zamanında bir Alman toprağı olan Wroclaw çoğu kez Breslau diye bilinir bu geçmişiyle. Tarihi Silezya Bölgesi'nin aşağı kısmının başkenti ve yönetim merkezidir.

       Odra Nehri üzerinde kurulu olan şehir Polonya'nın en büyük dördüncü, ekonomik anlamda da ikinci en büyük şehridir. Odra'nın etkisiyle şehir adeta bir adalar şehridir. Tabi tam anlamıyla bir adadan diğer bir adaya gidiyorsunuz gibi bir şey söz konusu değil. Şehrin her yeri birbirine köprülerle bağlanmış durumda. 2016 Avrupa Kültür Başkentliği'ne ev sahipliği yapacak kent zengin tarihi ve özellikle mimari alanındaki güzelliğiyle turistlerin ilgi odağı Polonya kentlerinden biridir. Şunu söylemek gerek ki turistlerin çoğu Alman, bunun nedeni de başta da söylediğim gibi şehrin Alman yönetiminde uzun yıllar kalmış olması; aynı zamanda Wroclaw hatırı sayılır miktarda Alman  nüfusuna ev sahipliği yapmaktadır.


Wroclaw Şehir Simgesi

Aşağı Silezya Bölgesi Eyalet Bayrağı

       Şehir, birçok üniversiteye ev sahipliği yapar, bunun sonucu olarak öğrenci nüfusu yüksek bir şehirdir. Öğrenci nüfusunun olduğu yerde aktivitenin de eksik olmayacağını düşünürsek Wroclaw da eğlence açısından farklı tarzda eğlence arayanlara fazlaca seçenek sunabilecek kapasiteye sahip bir kent.

       Wroclaw'da tam tamına yüz yirmi beş gün kaldım; Erasmus programı kapsamında College of Management Edukacja'da eğitim gördüm. Tahmin edebileceğiniz üzere Erasmus'ta okumak aslında okumamak gibi bir şey... :) Bir aylık bir okul programının üstüne bir aya yakın okula gitmediğimi hatırlıyorum. Dini bayramlarıdır, 1 Mayıs'tır, hafta sonuyla tatillerin birleştirilmesidir derken neredeyse Haziran'ı bu şekilde karşıladım. Haziran'da ise iki haftada tam dört ders verdik ve hepsinden de geçtik :) Tabi tüm bu serüven içerisinde çok şükür ki Köln'e, Berlin'e, Krakow-Auschwitz'e, Prag'a, Bialystok'a ve en güzeli de Barcelona'ya gidebilme fırsatını yakaladım. İlerleyen günlerde Barcelona'yla ilgili kesinlikle bir yazı yazmayı düşünüyorum. Wroclaw'a dönecek olursak; birkaç fotoğrafla şehri tanıtmak istiyorum ki fotoğrafları ben çektim. Fotoğraf makinesini kullanmama izin veren słodkie kıza teşekkürler.


Wroclaw - Rynek



Wroclaw - Rynek



Wroclaw - Rynek

       Yukaridaki fotoğlarda Wroclaw'ın merkezi olan Rynek - Ratusz Bölgesi'ni görüyorsunuz. Polonya'daki hemen hemen her şehirde olan ve Stare Miasto yani eskişehir dedikleri bölgeler yer almakta. Büyük bir alanda, çok güzel binaların ve cafelerin yan yana sıralandığı ve genellikle büyük bir kilisenin de yer aldığı mekanlar olarak karşımıza çıkıyor.



Hala Targowa


Hala Targowa, 1908 yılında yapılmış bir bina. Yerel üreticilerin ürünlerini sattığı bir pazar. İçeride günlük taze sebze-meyve bulabilme imkanının yanında et ürünlerinden çiçeğe kadar farklı şeyleri bulabileceğiniz bir yer. 




Centennial Hall


       Centennial Hall, orijinal adıyla Hala Stulecia belki de Wroclaw'ın en önemli tarihi mekanı. Mekan, Wroclaw hayvanat bahçesi, Japon bahçesi ve Multimedya şelalesi diye çevirebileceğimiz mekanların hemen yanında  bulunmaktadır. Bu nedenle tek seferde çok güzel üç-dört mekanı tek seferde gezmeniz mümkün hale geliyor. Salon, Wroclaw'ın Alman İmparatorluğu'nun bir parçası olduğu dönemde yaptırılmış. Bildiğim kadarıyla salon, Prusya kralı 3. Frederik William'ın Napolyon'a karşı kazandığı Leipzig savaşı anısına yaptırılmıştır. Mimarı Max Berg'tir. Eser zamanla yeni eklemelerle daha da büyümüştür ve sahip olduğu büyük kubbe onu dünyanın en büyük kubbesine sahip binalardan biri yapar. Üçüncü Reich zamanında Adolf Hitler burada partisi N.S.D.A.P için bir konuşma yapmıştır. Günümüzde Centennial Hall turistlerin uğrak bir mekanı olmakla birlikte çeşitli sempozyumlar ve konferansların düzenlendiği bir yerdir.


Wroclaw Katedrali





            Lehçe Ostraw Tumski, İngilizcede Cathedral İsland olarak bilinen katedral adası asından da anlaşılacağı üzere adeta dini kompleksler bütünü. Polonya’nın, Avrupa’nın en dindar ülkesi olduğunu göz önüne alırsak Wroclaw’ın hemen her yerinde kocaman kiliseler görmek sizi şaşırtmamalı. Bu arada Katedral Adası şehrin en eski yerleşim yeri olarak bilinmektedir. Ada, Katolik okulları ve Katolik cemaatine ait binalarla çevrelenmiş durumda.
Son bir bilgi daha. Lehçede ł harfi mevcuttur ve bu harf İngilizcede genellikle L şeklinde gösterilir ancak Wroclaw kelimesinde olduğu gibi L olarak görülen harfler V şeklinde olur. Wroclaw’ın orijinal Lehçe hali Wrocław’dır.


Şehrin futbol takımı Slask Wroclaw



 








       

7 Ağustos 2014 Perşembe

Anthony Bourdain




      Anthony Michael Bourdain... Bu yazıda adı geçen şahıstan ve programlarından bahsedip bilgi vermeye çalışacağım. Kim mi bu adam? Programlardan edindiğim izlenim doğrultusunda onun tam bir yemek yeme delisi olduğunu söyleyebilirim. Zaten Bourdain'in aşçılıktır, mutfaktır bu alanlarda oldukça başarılı ve kariyerli biridir. Dünyaca ünlü restoranlarda ünlü şeflerle çalışmışlığı vardır. Aynı zamanda o da çok ünlü bir şeftir. Yanılmıyorsam Brasserie Les Halles'te baş şef. Dolayısıyla yemek yemeyi sevmesi, bunu takipçileriyle paylaşması hiçte şaşılacak bir şey değil. Amerikalı şefimiz aynı zamanda yazardır da.






       Peki Bourdain'in programları...? Home Tv sayesinde Trave Channel için yaptığı No Reservations programıyla tanıdım kendisini diyebilirim. Şimdilerde yine Home Tv'de, bu kez Cnn için yaptığı Parts Unknown programı yayınlanmakta. Beni ilgilendiren kısmı ise programlarının içeriği. Bourdain her bölüm için farklı bir ülkeye gider. Programın esas amacı gereği o ülkenin yemek kültürünü detaylıca gösterir; bazen onu bir sokak satıcısının tezgahında, bazen de çok şık bir restaronda görebilirsiniz ama Bourdain bunları yapmakla da yetinmez. Programın güzelliği de bu noktada açığa çıkıyor bence. Bourdain, ziyaret ettiği ülkenin yemeklerini tanıtıp tadarken bir yandan da o ülkenin güzelliklerini, tarihini, doğasını kendince paylaşmaya çalışıyor. Bununla da yetinmiyor, gittiği ülkenin siyasi-politik geçmişiyle ilgili dönüm noktalarını el verdiğince anlatmaya çalışıyor. Örnek verecek olursak eğer Bourdain Kamboçya'ya giderse(ki gitti) yukarıda bahsettiğim konulara değinir ama Kamboçya'da '70li yılların ikinci yarısında yaşanan Pol-Pot katliamından bahsetmekten kaçınmaz. Kısacası imkanınız ve vaktiniz varsa bu adama rastladığınızda hemen zaplamayın. Programlarıyla 10 adaylık ve 3 Emmy ödülü kazandığını düşünecek olursak programı sevmemin ve size tavsiye etmemin yanlış bir tarafını göremiyorum :)






       İlk paragrafın sonunda o bir yazardır demiştim. Evet, bildiğim kadarıyla 7-8 kitabı vardır ve bu kitaplardan en meşhuru Kitchen Confidential: Adventures in the Culinary Underbelly kitabıdır. New York Times Bestseller'ları arasına adını bu kitapla yazdırmıştır.





       Sanırım bu yazının sonuna gelmiş bulunmaktayım. Elbette Anthony Bourdain hakkında yazdıklarım özetin de özeti. Hatta onun hakkında bilmediğim diğer ayrıntıları ve şeyleri de düşünecek olursak bu sadece bir tavsiye yazısı olur. Zaten bu yazının amacı da o.


Anthony Bourdain Parts Unknown programı çekimlerinde, Myanmar.